“Şimdi
mutlu musun ey Zerdüşt?” dedi ağırlığın ruhu,
“Geleceğe
attığın kancaların haddi hesabı şaştı.”
Utandırmıştı
bu söz Zerdüşt'ü. “Deme bana öyle!” dedi.
Maymun
olmuştu bu söz üstüne, utangaç maymun,
al
yanaklı maymun.
-İnsan
olmuştu yine.
“Bilirsin
ki yetinemem, iştahım deve tabanlarına benzer, koca şelaleleri
yutar da bir ip gibi bırakır ardından. Sorsalar nereye gitti diye
şelale, yalnız maymun değil, üç maymun olurum."
“Zerdüşt,
Zerdüüüşt,
geleceğe
attığın kancaların haddi hesabı şaştı. Kimileri öyle
uzaktaki ben bile bilmem nereye gitti. Birgün nereden peydahlanacak
acep geriye?”
“Hep
aynı yerdesin anlaşılan” dedi Zerdüşt, “gerçi kimi zaman
kendime benzetiyorum seni ama belliki, boşuna cüce demiyorlar,
boşuna ağır demiyorlar sana!”
“Madem
merak ettin diyeyim sana. O kancalardan biri sana öyle uzaktır,
öyle uzaktır ki haniyse burnunun dibindedir, ama ben çekmeden,
gelmez geri. Geldiğinde ama kahkahalarla güleceksin!
“Cüce
gülmüş!” diye fırtına kopacak denizde, insan denizinde.
Yengeçler ama ağlayacaklar o gün.”
Böyle
diyince Zerdüşt, cüce bir titredi. “Bismillah” dedi. “Bu da
ne olaki?” Ama belli etmedi ve yine tekrar etti. Önce sesi biraz
çatallansa da sonra aynı ağırlıkla ve eskiden olduğu gibi,
-hep
olduğu gibi, yine başladı.
“Zerdüşt, Zerdüüşt geleceğe attığın kancalar....”
Fakat
o da ne! Tam o sıra bir gümbürtüdür koptu.
Bir
kanca, eskilerden bir kanca, görünmez ipleriyle gökten yere
iniyordu ve artık ipleri de gergin olmadığından görünmez
değildi.
“Dikkat
et tepene düşecek!” dedi Zerdüşt.
Ağırlığın
ruhuysa bir adım geri attı ama bu adım rivayet edilir ki 500 sene
sürdü.
Bir
yılan; dev, koca bir ejderha.
Pamuk
dişlemek isterken nasıl tamahı onu bulutlara yönlendirmişse,
o
tamahla nasıl sıçramışta bulutlara ısırmışsa,
“bunu
da gördüm” diyip,
gülerek
ölmüşse havada,
nasıl
gerisin geri düşmüşse yere,
-oydu
işte kanca!
Düştüğünde
ise leşi ejderhanın,
ibiğe,
tartıya
yani,
yazgının
tartısına,
gerçek; ossaat tartı da şaştı.
gerçek; ossaat tartı da şaştı.
En
ağır olanla, en hafif olmasını bilenin yarışmasında,
böylelikle
yazgı da ilk güleni bekledi.
Hangisinin
daha ağır olduğunu kestiremiyordu ama “kim gülerse hafifler.”
İşte
bunu biliyordu. O eskilerin eskisi levhayı biliyordu.
Ve
rivayet edilirki bir 500 sene de bu bekleyiş sürdü.
Sonra
ama bir parça bulut düştü Zerdüşt'ün avucuna, uzattı bulutu
cüceye. “Al!” dedi. “Senin için gökten kopardım bunu. Al!”
“Benim armağan eden erdemimdir bu. Ağırlığına katkım olsun
bu bulut! Belki böylelikle hafiflersin.”
Ve
cüce baktı Zerdüşt'e uzun uzun. Baktı da baktı. Başkası olsa
anlamazdı ama Zerdüşt biliyordu ki bıyık altından gülüyordu
o. Ve aynısını yapınca Zerdüşt -ki herkes bilir, Zerdüşt
başkası olmakta pek bir maharetlidir.
“Sen
ne iblissin sen!” dedi cüce.
“Sen
ne iblissin seennn.”
Öyleki, s 'leri sırıtıyordu.
Öyleki, s 'leri sırıtıyordu.
“Pek
bir zamandır yoktun ortalıkta.
Beni
pek güldürmezdi ya, muzipliklerin de yoktu.
Söyle
öyleyse şarkını
-ama
“bu” son şarkın olacak.”
“Söyle
öyleyse bir kez daha şarkını,
bende
şu gölgelikte oturayım ve bekleyeyim.”
diyerek
çöreklendi bir taş üstüne. Hani, gören; taşla ruhu ayırt
edemezdi. Bakan bir sanırdı, işte öyle oturdu. Sonrada
homurdanıyordu sanki;
“Bilirsin
ki; beklemektir, sabretmektir benim erdemim.”
Zerdüşt
ise sanki onu duymuyordu. Cüce ise bakın hele şöyle diyordu.
“Sanırsın
ki damarlarımdan akan baldır!” -ossaat, bal denince Zerdüşt bi
kulağını yatırdıysa da sonra yine çevirdi başını. Artık
hepten duymaz olmuştu ama bakınız hele oysa ne mırıldanıyordu
cüce. Dünyayı sevmeye mi başlamıştı ne?
“Sabretmek
ise ancak bir tamahkarın yanında bu kadar kutlu olurdu........ “
Zerdüşt
ise çooktan kulaklarını topuklarına koyup raks etmeye,
dudaklarını kuş yapıp, şakımaya başlamıştı.
“Kancalarımı
mı sorarsın bana? Gam kumkuması!”
Kancalarımdan
haber mi beklersin? Hayrola?
“Kaçtır,
kaç
tanedir,
ben
ne bileyim!
Ben
arı yaşarım.
Bal
gibi yaşarım. Bal.
Bir
ben varım,
yani
dudaklarım.
bir
de kulaklarım vardır.
ve
bir de kıçım.
O
kadar.
Saymıyorum
gözlerimi
-çünkü
heryerdedir benim gözlerim.
Kollarımı
da,
-çünkü
heryere uzanır onlar.
Saymıyorum
bacaklarımı
-çünkü
heryere sıçrar onlar.
Ve
bir de, bir bacağım daha.
Saymıyorum
onu da,
-çünkü...
anlarsın ya...
Kaç?mış
benim kancalarım?
Nerelere
atmışım?
Ben
ne bileyim!
Bir
müsrifim ben bu konuda.
Saçar
dururum.
Doğrusu,
ben
gibi adamın tek keyfidir balık tutmak.
Dağ
başında balık tutmak.
Kancalarımı
mı sorarsın bana?
Hesabını
mı yaparsın? Ey gam kumkuması!
Dedim
ya sana daha evvel,
taa
eskilerde,
ya
da şimdi,
sen
bu hesapların içinde boğulacaksın!
Bir
tamahım kaldı benim.
Bir
bu günahım kaldı.
Onu
da mı öldürmemi istersin.
Yok
öyle yağma!
Yutmuşsam
şelaleleri,
ince
birer ipliğe çevirmişsem ardından.
Gülümsemektedirler
şimdi.
Çağıldarken
korkuyorlardı ya,
uçarken,
zerre
zerre olmuşken her bir pınarı,
titriyorlardı
ya,
bilmez
misin?
Bu
da benim hediyemdir onlara,
-ince,
narin, sessiz bir yaşam.
Aslında
rüzgara da benzeyebilirdi,
fakat
ancak dereye benzedi, -karada.
İyi
işte, o da güzel!
Uçmayı
öğretecektim şelaleye,
uçurdum
da aslında
ama
onlar ancak ardından,
-düşmeyi
bildi.
Ben
de öğrenmiş oldum işte,
-şelaleler
uçmaz!
göz kırpmayı öğrendiysen eğer,
kendini yükseklerde görme.
Çünkü bana göre sen hala
Herşey mümkün! Böyle öğretirim ben hala.
Benim şarkımın nakaratı olsa olsa budur.
Şimdi
sen sez bakalım!
Kimdir bu şakıyan?
Ve hafiflemiyorsan hala bu sözle
Ey
benim tamahım.
Neler yutmayı düşlersin?
Boşuna
mı öldürdüm ben hasedi,
“iyilik” olsun diye mi öldürdüm ötekilere?
Öyle dibi bulunmaz kurnazlıklar yoktur bende.
Cesurdur kurnazlıklarım, yalnızdır kurnazlıklarım.
Ben kendim için öldürdüm hasedi, kendim için.
En yüksek göklere böylelikle yerleşmedim mi?
Böylelikle hayat bayram olmadı mı bana?
Öldürdüysem hasedi eğer;
Gürül
gürül yutacağım,
daha ne şelaleler,
ne gökler!
Bir karma kasesiyse eğer dünya,
ve bende bir tuz zerresiysem ya da çeşni,
en ağırken yavaşlıyorsam,
en küçük olduğumda ise en etkili,
yok olduğumda ise, sevinmişsem eğer!
İstiyorum işte.
Tamahım çekiyor.
Gül işte burada benim apaydın ve sağlam kötülüğüm.
O parıldayan alay kahkahanı koyver dağlardan aşağıya.
bir kere eğer alaycılığım öldürmüşse,
bir daha öldürür
En
uzağı en yakınla,
elemi zevkle karmışım ben,
Varlığımı
kuşlarla karmışım ben,
güldüğümde ise nihayet;
Bak işte bir ejderha!
Taa ne zaman yollamıştık hatırlar mısın?
Geliyor işte.
Kim hatırlardı ki onu?
Gülme ama ses etme.
Beklemişsin gibi yap.
Üzülmüşsün gibi yap beklediğine.
Bu sözüm de gayrı kendime.
Ve dudaklarından öp.
Bekle benim tamahım,
hele bir bu ejderhayı da öp.
Dünya yutacaksın daha dünya!
Böyle şakıyordu Zerdüşt,
ağırlığın ruhu ise seyrediyordu.
Pek bir anlam veremiyordu ama
farkediyordu ki,
dağlarla, vadiler zangır zangır titriyordu.
.
Tam o sıra bir "tıssss" sesi geldi sanki cüceden. Pişmiş kelle
gibi sırıtıyordu ama, -o ne çirkin bir sırıtma! Bulutu ise sakız
yapmıştı ağzına, -gerginlikten, -yenilgiden.
"Haa-haaayt, Ben de seni bilge sanmıştım"
dedi.
"-Ey
şelale uçuran."
Bu muydu senin bilgeliğin?
Çoluk çocuk bile bilir
şelalelerin uçmayacağını,
şelale işte bu,
-yalnızca düşer!
Bilmez miydin sen bunu?
Aa- aaaa,
Zerdüşt'e de bakın
hele...
Haniyse şimdi kahkahalarla güleceğim.
Bu muydu kahkahalarla
gülecek olduğum?
Doğrusu ya sen bilge değilsin.
Şair bile değilsin.
-Soytarının tekisin
sadece."
Bunları söylerken
gittikçe ketumlaşıyordu. Öylesine ağırdı ki bu sözler, Zerdüşt'ü bile
yer çekmeye başlamıştı. Cüce ise kaşını gözünü oynatarak hatırlattı
eskiyi ve şöyle dedi:
"Uzağa attıydın sen taşını,
hem de çok uzağa...
Ama bak!
Ben dediydim ya hani
-tepene düştü işte o!
Ey pamuklarda uyuyan."
"Unutma çünkü;
atılan her taş muhakkak düşer!
-Ağırlığındandır bu."
Dedi ve göz kırptı. Hala
gergin, hala sıkıcı.
"Seziyor musun hımm?
Anlamaya başladın mı
şimdi,
niye benim boyum kısa? Hımm...
Diz çöküyor musun şimdi?
Konuş bakalım,
bırak şakımayı,
şşşş, konuş artık
-ağır ağır konuş!
Zerdüşt'te dile geldi nihayet, "bu sözler
için fazla hafifim ben" dedi.
"Her hafif olanın bir
ağırlığı vardır.
Tanıdın mı şimdi beni? Hımm" dedi cüce.
Tam o sıra ama bir
çığlık işitti Zerdüşt. Ancak bilemedi yalnızca kendisi mi işitmişti?
Uzak geleceklerden mi geliyordu bu çığlık? Yoksa komşu dağlarda bir
gezgin miydi acep?
Ve belinden kırbacını
çıkardı.
"ŞŞLLLLAAAAAAKKKK" diye şaklattı.
"Cüce ya sen ya ben!"
Gözlerinden kıvılcımlar çıkıyordu.
"Ya sen ya ben cüce!
Sırtımda taşıdım seni
bugüne kadar.
Unutmaki böylesi yüksekleri gören tek cüce sensin.
Ve anlamadıysan hala,
duymadıysan eğer
çığlığı,
Bu senin kabahatin!
Şimdi susacaksın.
Doğrusu "benim" şarkımın
nakaratı;
-senin dudaklarından çıkmaz!
Tekrar vurdu kırbacını;
ŞŞLLAAAAAKKKK!
"şimdi sus yoksa;
tanrı kırbacıyla
kırbaçlarım seni!"
"Nerede hani ağırlık?
Hani nerede beni yerden
çeken?
Nereye gitti şimdi?
Boğazımdan süzülüyordu az evvel bir yılan.
Isırdım ama kafasını
-ve tükürüp attım.
Şimdi susacaksın yoksa senin de kafanı
koparırım, habis ruh, melun ruh!"
Herşey Mümkün!
Böyle öğretirim ben.
Ve sen lak-lak ettiysen
de ne önemin var senin.
Herşey Mümkün!
-ben hala böyle
öğretirim.
İstemek çünkü, elde
etmektir.
Gerçekten istemek,
dağlarla vadileri yerinden oynatır.
-Senin taşın benim ne
umurum!
Konuşmayı bile sen,
benden öğrendin.
Ve eğer
hafiften şakımaya başladıysan,göz kırpmayı öğrendiysen eğer,
kendini yükseklerde görme.
Çünkü bana göre sen hala
-alçaksın.
Benim şarkımın nakaratı olsa olsa budur.
- Herşey Mümkün!
Kimdir bu şakıyan?
Ve hafiflemiyorsan hala bu sözle
-yıkıl karşımdan!
Neler yutmayı düşlersin?
Ne
istiyorsan o çünkü!
“iyilik” olsun diye mi öldürdüm ötekilere?
Öyle dibi bulunmaz kurnazlıklar yoktur bende.
Cesurdur kurnazlıklarım, yalnızdır kurnazlıklarım.
-Aslanlara
benzer.
Ben kendim için öldürdüm hasedi, kendim için.
En yüksek göklere böylelikle yerleşmedim mi?
Böylelikle hayat bayram olmadı mı bana?
Öldürdüysem hasedi eğer;
-tamahımdandır.
daha ne şelaleler,
ne gökler!
Bir karma kasesiyse eğer dünya,
ve bende bir tuz zerresiysem ya da çeşni,
en ağırken yavaşlıyorsam,
en küçük olduğumda ise en etkili,
yok olduğumda ise, sevinmişsem eğer!
İstiyorum işte.
Tamahım çekiyor.
Gül işte burada benim apaydın ve sağlam kötülüğüm.
O parıldayan alay kahkahanı koyver dağlardan aşağıya.
bir kere eğer alaycılığım öldürmüşse,
bir daha öldürür
-ki
bir daha da!
elemi zevkle karmışım ben,
-ateşi
ruhla...
güldüğümde ise nihayet;
-öldürmüşüm.
Bak işte bir ejderha!
Taa ne zaman yollamıştık hatırlar mısın?
Geliyor işte.
Kim hatırlardı ki onu?
Gülme ama ses etme.
Beklemişsin gibi yap.
Üzülmüşsün gibi yap beklediğine.
Bu sözüm de gayrı kendime.
Ve dudaklarından öp.
Bekle benim tamahım,
hele bir bu ejderhayı da öp.
Dünya yutacaksın daha dünya!
Böyle şakıyordu Zerdüşt,
ağırlığın ruhu ise seyrediyordu.
Pek bir anlam veremiyordu ama
farkediyordu ki,
dağlarla, vadiler zangır zangır titriyordu.
.