22 Şubat 2010 Pazartesi

Zerdüşt'ün Tamahı

“Şimdi mutlu musun ey Zerdüşt?” dedi ağırlığın ruhu,
Geleceğe attığın kancaların haddi hesabı şaştı.”


Utandırmıştı bu söz Zerdüşt'ü. “Deme bana öyle!” dedi.
Maymun olmuştu bu söz üstüne, utangaç maymun, 
al yanaklı maymun.
-İnsan olmuştu yine.

Bilirsin ki yetinemem, iştahım deve tabanlarına benzer, koca şelaleleri yutar da bir ip gibi bırakır ardından. Sorsalar nereye gitti diye şelale, yalnız maymun değil, üç maymun olurum."

Zerdüşt, Zerdüüüşt,
geleceğe attığın kancaların haddi hesabı şaştı. Kimileri öyle uzaktaki ben bile bilmem nereye gitti. Birgün nereden peydahlanacak acep geriye?”

Hep aynı yerdesin anlaşılan” dedi Zerdüşt, “gerçi kimi zaman kendime benzetiyorum seni ama belliki, boşuna cüce demiyorlar, boşuna ağır demiyorlar sana!”

Madem merak ettin diyeyim sana. O kancalardan biri sana öyle uzaktır, öyle uzaktır ki haniyse burnunun dibindedir, ama ben çekmeden, gelmez geri. Geldiğinde ama kahkahalarla güleceksin!
Cüce gülmüş!” diye fırtına kopacak denizde, insan denizinde. Yengeçler ama ağlayacaklar o gün.”

Böyle diyince Zerdüşt, cüce bir titredi. “Bismillah” dedi. “Bu da ne olaki?” Ama belli etmedi ve yine tekrar etti. Önce sesi biraz çatallansa da sonra aynı ağırlıkla ve eskiden olduğu gibi,
-hep olduğu gibi, yine başladı.


“Zerdüşt, Zerdüüşt geleceğe attığın kancalar....”

Fakat o da ne! Tam o sıra bir gümbürtüdür koptu. 

Bir kanca, eskilerden bir kanca, görünmez ipleriyle gökten yere iniyordu ve artık ipleri de gergin olmadığından görünmez değildi.

Dikkat et tepene düşecek!” dedi Zerdüşt.

Ağırlığın ruhuysa bir adım geri attı ama bu adım rivayet edilir ki 500 sene sürdü.

Bir yılan; dev, koca bir ejderha.
Pamuk dişlemek isterken nasıl tamahı onu bulutlara yönlendirmişse,
o tamahla nasıl sıçramışta bulutlara ısırmışsa,
bunu da gördüm” diyip,
gülerek ölmüşse havada,
nasıl gerisin geri düşmüşse yere,
-oydu işte kanca!

Düştüğünde ise leşi ejderhanın,
ibiğe,
tartıya yani,
yazgının tartısına,
gerçek; ossaat tartı da şaştı.
En ağır olanla, en hafif olmasını bilenin yarışmasında,
böylelikle yazgı da ilk güleni bekledi.
Hangisinin daha ağır olduğunu kestiremiyordu ama “kim gülerse hafifler.”
İşte bunu biliyordu. O eskilerin eskisi levhayı biliyordu.

Ve rivayet edilirki bir 500 sene de bu bekleyiş sürdü.

Sonra ama bir parça bulut düştü Zerdüşt'ün avucuna, uzattı bulutu cüceye. “Al!” dedi. “Senin için gökten kopardım bunu. Al!” “Benim armağan eden erdemimdir bu. Ağırlığına katkım olsun bu bulut! Belki böylelikle hafiflersin.”

Ve cüce baktı Zerdüşt'e uzun uzun. Baktı da baktı. Başkası olsa anlamazdı ama Zerdüşt biliyordu ki bıyık altından gülüyordu o. Ve aynısını yapınca Zerdüşt -ki herkes bilir, Zerdüşt başkası olmakta pek bir maharetlidir.

Sen ne iblissin sen!” dedi cüce.
Sen ne iblissin seennn.” 
Öyleki, s 'leri sırıtıyordu.

Pek bir zamandır yoktun ortalıkta.
Beni pek güldürmezdi ya, muzipliklerin de yoktu.
Söyle öyleyse şarkını
-ama “bu” son şarkın olacak.”

Söyle öyleyse bir kez daha şarkını,
bende şu gölgelikte oturayım ve bekleyeyim.”
diyerek çöreklendi bir taş üstüne. Hani, gören; taşla ruhu ayırt edemezdi. Bakan bir sanırdı, işte öyle oturdu. Sonrada homurdanıyordu sanki;

Bilirsin ki; beklemektir, sabretmektir benim erdemim.”

Zerdüşt ise sanki onu duymuyordu. Cüce ise bakın hele şöyle diyordu.

Sanırsın ki damarlarımdan akan baldır!” -ossaat, bal denince Zerdüşt bi kulağını yatırdıysa da sonra yine çevirdi başını. Artık hepten duymaz olmuştu ama bakınız hele oysa ne mırıldanıyordu cüce. Dünyayı sevmeye mi başlamıştı ne?

Sabretmek ise ancak bir tamahkarın yanında bu kadar kutlu olurdu........ “

Zerdüşt ise çooktan kulaklarını topuklarına koyup raks etmeye, dudaklarını kuş yapıp, şakımaya başlamıştı.

Kancalarımı mı sorarsın bana? Gam kumkuması!”
Kancalarımdan haber mi beklersin? Hayrola?

Kaçtır,
kaç tanedir,
ben ne bileyim!
Ben arı yaşarım.
Bal gibi yaşarım. Bal.

Bir ben varım,
yani dudaklarım.
bir de kulaklarım vardır.
ve bir de kıçım.
O kadar.
Saymıyorum gözlerimi
-çünkü heryerdedir benim gözlerim.
Kollarımı da,
-çünkü heryere uzanır onlar.
Saymıyorum bacaklarımı
-çünkü heryere sıçrar onlar.
Ve bir de, bir bacağım daha.
Saymıyorum onu da,
-çünkü... anlarsın ya...

Kaç?mış benim kancalarım?
Nerelere atmışım?
Ben ne bileyim!
Bir müsrifim ben bu konuda.
Saçar dururum.

Doğrusu,
ben gibi adamın tek keyfidir balık tutmak.
Dağ başında balık tutmak.

Kancalarımı mı sorarsın bana?
Hesabını mı yaparsın? Ey gam kumkuması!

Dedim ya sana daha evvel,
taa eskilerde,
ya da şimdi,
sen bu hesapların içinde boğulacaksın!

Bir tamahım kaldı benim.
Bir bu günahım kaldı.
Onu da mı öldürmemi istersin.
Yok öyle yağma!

Yutmuşsam şelaleleri,
ince birer ipliğe çevirmişsem ardından.
Gülümsemektedirler şimdi.
Çağıldarken korkuyorlardı ya,
uçarken,
zerre zerre olmuşken her bir pınarı,
titriyorlardı ya,
bilmez misin?

Bu da benim hediyemdir onlara,
-ince, narin, sessiz bir yaşam.
Aslında rüzgara da benzeyebilirdi,
fakat ancak dereye benzedi, -karada.
İyi işte, o da güzel!

Uçmayı öğretecektim şelaleye,
uçurdum da aslında
ama onlar ancak ardından,
-düşmeyi bildi.
Ben de öğrenmiş oldum işte, 
-şelaleler uçmaz!

Tam o sıra bir "tıssss" sesi geldi sanki cüceden. Pişmiş kelle gibi sırıtıyordu ama, -o ne çirkin bir sırıtma! Bulutu ise sakız yapmıştı ağzına, -gerginlikten, -yenilgiden.

"Haa-haaayt, Ben de seni bilge sanmıştım" dedi.
"-Ey şelale uçuran."
Bu muydu senin bilgeliğin? 
Çoluk çocuk bile bilir şelalelerin uçmayacağını,
şelale işte bu,
-yalnızca düşer!
Bilmez miydin sen bunu?
Aa- aaaa,
Zerdüşt'e de bakın hele...
Haniyse şimdi kahkahalarla güleceğim.
Bu muydu kahkahalarla gülecek olduğum?
Doğrusu ya sen bilge değilsin.
Şair bile değilsin. 
-Soytarının tekisin sadece."

Bunları söylerken gittikçe ketumlaşıyordu. Öylesine ağırdı ki bu sözler, Zerdüşt'ü bile yer çekmeye başlamıştı. Cüce ise kaşını gözünü oynatarak hatırlattı eskiyi ve şöyle dedi:
"Uzağa attıydın sen taşını,
hem de çok uzağa...
Ama bak!
Ben dediydim ya hani
-tepene düştü işte o! Ey pamuklarda uyuyan."

"Unutma çünkü;
atılan her taş muhakkak düşer!
-Ağırlığındandır bu." 
Dedi ve göz kırptı. Hala gergin, hala sıkıcı.

"Seziyor musun hımm?
Anlamaya başladın mı şimdi,
niye benim boyum kısa? Hımm...
Diz çöküyor musun şimdi?
Konuş bakalım,
bırak şakımayı,
şşşş, konuş artık
-ağır ağır konuş!

Zerdüşt'te dile geldi nihayet, "bu sözler için fazla hafifim ben" dedi.

"Her hafif olanın bir ağırlığı vardır. 
Tanıdın mı şimdi beni? Hımm" dedi cüce.

Tam o sıra ama bir çığlık işitti Zerdüşt. Ancak bilemedi yalnızca kendisi mi işitmişti? Uzak geleceklerden mi geliyordu bu çığlık? Yoksa komşu dağlarda bir gezgin miydi acep?

Ve belinden kırbacını çıkardı.
"ŞŞLLLLAAAAAAKKKK" diye şaklattı.
"Cüce ya sen ya ben!" Gözlerinden kıvılcımlar çıkıyordu.

"Ya sen ya ben cüce!
Sırtımda taşıdım seni bugüne kadar.
Unutmaki böylesi yüksekleri gören tek cüce sensin.
Ve anlamadıysan hala,
duymadıysan eğer çığlığı,
Bu senin kabahatin!
Şimdi susacaksın.
Doğrusu "benim" şarkımın nakaratı;
-senin dudaklarından çıkmaz!

Tekrar vurdu kırbacını;
ŞŞLLAAAAAKKKK!

"şimdi sus yoksa; 
tanrı kırbacıyla kırbaçlarım seni!"

"Nerede hani ağırlık?
Hani nerede beni yerden çeken?
Nereye gitti şimdi?
Boğazımdan süzülüyordu az evvel bir yılan.
Isırdım ama kafasını
-ve tükürüp attım.

Şimdi susacaksın yoksa senin de kafanı koparırım, habis ruh, melun ruh!"

Herşey Mümkün!
Böyle öğretirim ben.
Ve sen lak-lak ettiysen de ne önemin var senin.
Herşey Mümkün!
-ben hala böyle öğretirim.

İstemek çünkü, elde etmektir.
Gerçekten istemek,
dağlarla vadileri yerinden oynatır.
-Senin taşın benim ne umurum!

Konuşmayı bile sen, benden öğrendin.
Ve eğer hafiften şakımaya başladıysan,
göz kırpmayı öğrendiysen eğer,
kendini yükseklerde görme.
Çünkü bana göre sen hala 
-alçaksın.

Herşey mümkün! Böyle öğretirim ben hala.
Benim şarkımın nakaratı olsa olsa budur.
- Herşey Mümkün!

 Şimdi sen sez bakalım!
Kimdir bu şakıyan?
Ve hafiflemiyorsan hala bu sözle
-yıkıl karşımdan!

Ey benim tamahım.
Neler yutmayı düşlersin?
Ne istiyorsan o çünkü!

Boşuna mı öldürdüm ben hasedi,
iyilik” olsun diye mi öldürdüm ötekilere?
Öyle dibi bulunmaz kurnazlıklar yoktur bende.
Cesurdur kurnazlıklarım, yalnızdır kurnazlıklarım.
-Aslanlara benzer.

Ben kendim için öldürdüm hasedi, kendim için.
En yüksek göklere böylelikle yerleşmedim mi?
Böylelikle hayat bayram olmadı mı bana?
Öldürdüysem hasedi eğer;
-tamahımdandır.

Gürül gürül yutacağım,
daha ne şelaleler,
ne gökler!
Bir karma kasesiyse eğer dünya,
ve bende bir tuz zerresiysem ya da çeşni,
en ağırken yavaşlıyorsam,
en küçük olduğumda ise en etkili,
yok olduğumda ise, sevinmişsem eğer!

İstiyorum işte.
Tamahım çekiyor. 

Gül işte burada benim apaydın ve sağlam kötülüğüm.
O parıldayan alay kahkahanı koyver dağlardan aşağıya.
bir kere eğer alaycılığım öldürmüşse,
bir daha öldürür 

-ki bir daha da! 

En uzağı en yakınla, 
elemi zevkle karmışım ben, 
-ateşi ruhla...

Varlığımı kuşlarla karmışım ben, 
güldüğümde ise nihayet;
-öldürmüşüm.

Bak işte bir ejderha!
Taa ne zaman yollamıştık hatırlar mısın?

Geliyor işte.
Kim hatırlardı ki onu?
Gülme ama ses etme.
Beklemişsin gibi yap.
Üzülmüşsün gibi yap beklediğine. 
   
Bu sözüm de gayrı kendime. 
   
Ve dudaklarından öp.

Bekle benim tamahım,
hele bir bu ejderhayı da öp.
Dünya yutacaksın daha dünya!

Böyle şakıyordu Zerdüşt,
ağırlığın ruhu ise seyrediyordu.
Pek bir anlam veremiyordu ama
farkediyordu ki,
dağlarla, vadiler zangır zangır titriyordu.




.

19 Şubat 2010 Cuma

Vahşi Sarı Çiçekler


Sana doğru çekiliyorum,
 

oysa durduğum yerde 

kazık çakmak ister gibiydim.





Uyumamla uyanmam bir oluyor.

Ne tatlı uyuyorum bir zamandır


-ay gibi parlayan bedeninden beri.


İçimde tohumlar çatırdıyor,

öyle böyle değil, bedenimin altını üstüne getiriyor.


Yerle bir ediyor tüm sözleri, 


söylenmişlikleri.

 

O tohumlardan,

Saçlarına 


ve güneşe yönelen vahşi sarı çiçekler doğmak istiyor.


 

Ruhum benden uzakta, hep yollarda...

aklım ise hep nasıl olabilir? diye soruyor.



Ruhum benimle dalga geçiyor.


Hangi akıl? diyor bana, 


ne aklı? diyor, gülüyor ruhum aklıma,

aklın zavallılılığıyla dalga geçiyor.

Gerçek;

tutkunun yanında akıl, devede kulak kalıyor.

 

Dans ederek hayalimde, beni bilinmezliklere davet ediyor.
 

Aklıma sorsan gözyaşına davet ediyor.


 

Parçalanıyor kalbim, belki de tohum kalbimdir.
 

Cesurca yitirmek istiyorum aklımı,
 

bırakmak istiyorum yarattığı korkuları.


 

Akmak istiyorum sana doğru..
 

ayışığında parlayan bedenini 

ve tütsüsünü takip etmek istiyorum.
 


mesela; 

Balıkesir'de buluşmak istiyorum seninle,
 

oradan rüzgara karışmak geliyor içimden. 

Hah-Ha ne hayal ama...

 

Ne büyük sözler etmek istiyorum, ne de susmak,
 

bilmeni istiyorum;


ne kadar uzakta olsan da varlığını yanımda, yakınımda, 

şuracığımda hissediyorum.


Eksik kalıyor gerçi 

-noktasız kalıyor şiirim de




2009 Güz