5 Kasım 2009 Perşembe

EN ESKİ HİKAYE


Bu hikaye çok eskiye dayanır. Hem de çok eskiye. 

O zamanlar insanlar vardı yeryüzünde. Ve meyveler vardı. Ve meyvelerin içinde her şey vardı. Her şey zaten her şeyin içinde de vardı. Her şey, her şeyin içinde olduğu gibi; her şey insanın içinde de vardı. “Ee madem her şeyin içinde her şey vardı, diğerlerine ne gerek vardı” diyeceksiniz. İşte dünyanın sırrı o zamanlar böyleydi. Öylesine bereketliydiki, her şeyden fazlası bile fazla değildi. Yine de azdı. İşte meyveler bunun için vardı. Fazlalığın fazlasıydı meyveler. Öylesine renkliydiler ki bir tanesinin içinde bütün renkler vardı. 

O zamanlar bir renge baktığınızda bütün renkleri görürdünüz. Öylesine lezzetliydiler ki bir tanesini yediğinizde ömrünüze ömür katardınız.

O zamanlar insanlar; şimdiki bizler gibi ölümü dört gözle beklemezlerdi. Kıskanırlardı tanrıları, hiç ölmek istemezlerdi. Daha fazla yaşamak için daha fazla meyve yerlerdi. Yerken öylesine mutlu olurlardı ki bir tek gülüşlerinde yine her şey yatardı. Bir gün ölecek olmaları onların en büyük mutluluklarıydı adeta. Her anı daha değerli bulup, daha çok gülmek için daha çok meyve yerlerdi. Hakikaten de tanrıların onlara biçtikleri bir ömür vardı, onlarda zaten günleri gelince ölürlerdi.


Fakat öyle mutlu yaşarlardı ki sonsuzluktan daha uzun sürerdi ömürleri. Tanrılar ise tanrı olmalarına rağmen bu kadar mutlu olamazlardı. Gökyüzünden insanları seyreder, onlar gibi olmaya çalışırlardı. Hem izlerlerdi hem de hasetlerinden çatlarlardı. Arada bir insanların arasına karışıp onlarla yaşamaya çalışır, onların mutluluğundan çalmaya kalkarlardı. İnsanlar öylesine zevk ve mutlulukla yaşarlardı ki, tanrıların uşakları bu zevklerden birazcıkta kendileri yararlanmak için ne kaçamaklar yaparlardı. Sırf bu yüzden birçoğu ölümsüz cezalara çarptırılmıştır. 

Ancak, cezalar gittikçe ağırlaşmasına rağmen yine de caydırıcı olamamaktadır. Eee artık yönetim olarak buna akıllıca bir çözüm gerekmektedir. Her gün bütün tanrılar, tanrı baba Zeus’un yanına gelir, insanoğlunun o günkü, onlara göre terbiyesizliklerini anlatırmış. Zeus’ta bunları dinler dinler, içinden duruma o da sinirlenir fakat diğerlerine “siz karışmayın ben işimi bilirim” dermiş. Tüm bunlar olurken oğlu Hermes kucağındaymış. Diğer tanrılar onu çocuk sayıp Zeus’a bunları anlatırken, o da dinlermiş. Bir çocuk olarak çok hoşuna gidermiş insanların zevkleri, oyunları, mutlulukları yani hep neşe içinde olmaları. Diğer tanrılar durumu pervasızlıkmış gibi anlatınca biraz şaşırırmış ama babası diğer tanrılara siz karışmayın deyince babasının da hoşuna gittiğini sanırmış.

İşte tüm tanrılar insanlara haset duyarken Hermes ilk esinlerini insanlardan almış. Babası hiç konuşmadığından, bir şey öğretmediğinden, o da insanlardan öğrenmiş hayatı.

Derken durum değişmeye başlamış. Kimse fark etmezmiş değişimi. Kimse de fark etmemiş zaten. Zeus öylesine derin bir büyü yapmış ki, insanları çok geniş zamanlarda bir uyku sarmış. Yine her şey aynı gibiymiş ama artık fark, her şeyin her şeyin içinde olmamasıymış. Zeus; zaman içinde, tüm insanlar yavaş yavaş nesil değiştirirken; her şeyin içinden her şeyi, biraz biraz almış. İnsanların ömürleri yine aynı ömürmüş, meyveler eski resimlerdeki meyveler gibiymiş ama artık her şeyin içinde her şey yokmuş. Bütün tanrılar sonsuzlukta yaşadıklarından bu zamanla gelen değişimi hiçbiri fark etmemiş. Hala daha insanların zevklerini, pervasızlıklarını gelip şikayet ederlermiş ama artık ne kadar seyrek geldiklerini zaman anlayışları olmadığından fark etmeyip, gelip hala daha dert yakınırlarmış. Zeus ise hala “siz benim işime karışmayın” dermiş. Her gün biraz daha renk, mutluluk ve neşe çalarmış insanların hakkı olan paydan.

Kimse fark etmemiş insanların gözlerindeki parıltının eksildiğini. Mutluluklarının, neşelerinin her gün biraz daha azaldığını, oyunlarının eski tadı vermediğini kimse fark etmemiş. Hermes dışında.

Hermes’te sonsuzlukta yaşarmış, o da aslında fark etmemesi gerekirmiş ama çocukken kendisini neşelendiren, mutluluklarından mutlu olduğu insanların hüzne bile değil, durağanlığa geçmeleri, uyur gibi yaşamaya başlamaları ona da keyif vermez olmuş.

Eee artık Hermes’te büyümüş genç bir delikanlı olmuştur. Tüm bunların babasının yaptığı bir büyü sayesinde olduğunu anlar. “E, peki bunu nasıl anlamış” diyeceksiniz... Tüm tanrıların kendilerine has özellikleri olduğu gibi Hermes’in de kendine has bir özelliği varmış. Bu özelliği hayallerini düşünmesi değil hayallerini görmesiymiş. Herkes hayalini kafasında kurarken, o gözleriyle aynı zamanda görürmüş. Ve küçükken babasının kucağında insanların pervasızlıklarını dinlerken hayal gücü öylesine genişlemiş ki, çok genç yaşta büyük bir bilge olmuş.

Hermes hep insanların arasına karışırmış. Onların yaşamlarına girip oyunlarını çocukkenki gibi izlemek ve eğlenmek istermiş. İnsanlarla başka başka kılıklarda konuşurken insanların ona hep zamandan bahsettiklerini fark etmiş. Neymiş acaba bu zaman denilen şey. Öyle çok duymuş ki insanlardan bu zaman kelimesini bir gün zamanı gözleriyle görmüş. Görünce de bir tek babasının bildiği bir şeyi artık o da öğrenmiş. Ve o vakit anlamış babasının nasıl hem insanları, hem de tanrıları kandırdığını. Zaman öyle ilginçmiş ki onu görünce babasının insanlara ne kadar acılar hazırladığını, tanrılar sonsuz yaşarken insanların ömrünün ne kadar az olduğunu ve ellerindeki mutluluğun günden güne babası tarafından nasıl çalındığını, yalnızca hayal etmemiş, aynı zamanda görmüş.

İşte ossaat babasına düşman olmuş. Tam düşmanlık denemez buna fakat sahip olduğu bilgelikle babasına yaptığının yanlış olduğunu öğretmek istemiş. Bunu da kendisi değil bizzat insanların ağzından öğrenmesini istemiş.

Bilgeliğini önce insanlara sunacakmış onlarda öğrendikten sonra Zeus’un başına kakacakmış. O zaman Zeus oğlunun ne kadar bilge olduğunu öğrenecek ve tahta, insanların ve tanrıların dostu Hermes geçecekmiş. Ama Hermes’in öğrettiklerine bakılırsa durum hiçte öyle olmayacak gibiymiş ya, Hermes artık o kadarını anlatmamış.

Tüm bunlar olurken hala zaman akıp gitmekte, insanlar ölmekte, nesil değiştirmekte ve hala renkleri her gün biraz daha azalmaktaymış. Artık insanlar ne doyasıya gülüp eğlenip neşe içinde oyunlar oynuyorlarmış, ne de meyve yiyorlarmış. Daha mutlu olabilmek için her gün biraz daha birbirlerine yaklaşıyorlar, biraz daha sıkışık yaşamaya çalışıyorlarmış. Sanki oyunlarına daha çok kişiyi katarlarsa daha mutlu olacaklarını zannediyorlarmış. Gittikçe ağaçlardan uzaklaşmaya başlamışlar. Artık meyveleri ve onları yetiştiren ağaçları çokta umursamıyorlarmış. Böylelikle ağaçlarda yalnız kalmışlar. Koskoca ormanlarda tek bir insan bile görmeden öylece duruyorlarmış. İşte o zaman Hermes bütün ağaçların yanına gizlice gidip onlara insanların tekrar mutlu olmaları, tekrar meyvelerinden koparıp ağaçlara verdiği lezzetten ötürü teşekkür etmelerini, isteyip istemediklerini sormuş. Bütün ağaçlar tabi ki bunu istediklerini yeter ki insanlar o kendilerini kapattıkları kutuların içinden çıkıp yanlarına gelsin aralarında gezinsin, dallarına tırmanıp meyveler koparsın ve o meyveler sayesinde biraz daha mutlu olsun. Peki ne yapmaları gerektiğini sorduklarında Hermes; planını açmış onlara. Nasıl ki ağaçların kütüklerinden sandalye, masa, sandık yapılıyormuş, onun gibi küçük küçük kütükler hazırlayıp bu kütükleri ince ince kesip üzerine de resimler yapacağını, bu resimler sayesinde insanlara renkleri, tatları, neşeyi tekrar öğreteceğini söylemiş. Bu kütükler yine kütük gibi duracakmış böylelikle Zeus’un bundan haberi bile olmayacakmış. Ağaçlar buna inanamamış. Nasıl yani ne resmi, resim ne derken; şşşt sessiz olun demiş Hermes ve uzaklaşmış oradan. İnsanların arasına karışmış.

Hermes ağaçların arasındayken onlarla tek tek gizlice konuşurken öylesine uzun zaman geçmiştir ki insanların arasına tekrar geldiğinde, onların öylesine yavaşladığını fark etmiş ki sanki hiç hareket etmiyorlarmış. Bir an hiç şansı olmadığını düşünmüş. Artık çok geçmiş. Yapılacak hiçbir şey yokmuş. Süklüm püklüm ormana geri dönmüş. Gördüğü ilk ağaca gidip, planından vazgeçtiğini, bunun olanaksız olduğunu, insanoğlunun ölüm uykusuna daldığını, artık imkansız olduğunu söylemiş. Söyler söylemez ağaç kurumuş. Hermes çok şaşırmış. Ağacın neden kuruduğuna anlam verememiş. Bir ağaca daha tam söyleyecekmiş ki onun da kurumasından korkmuş. En iyisi ormanın en derininde duran bilge ağacın yanına gitmekmiş. Onu bulduğunda olanları bir bir yavaş yavaş anlatmış ve bir ağacın kurumasına neden olduğunu, bunun neden olduğunu anlamadığını, onun bu konuda ne düşündüğünü sormuş.

Bilge ağaç, “O ağaç kurumadı, sadece tam o sırada bir umut suya düştü” demiş. “Görmüyor musun planını bize anlattığından beri ormanlar tekrar anlama büründü, yüceldi ve mutlu oldu. İçinde umut barındırmaya başladı. İçlerine doldurdukları umut sayesinde oldu bu. Fakat umut gelişinde mutluluk getirdiği gibi, giderken de yani suya düşerken de her şeyi alıp götürür. Şimdi söyle bana, anlattığın plandan beri coşmuş olan bilgeliğim tüm dallarımla birlikte kuruyup uçsun mu? Yoksa hala içimde bir umut besleyeyim mi?

Hermes donakalır. İlk kez duyduğu bu sözcüğün hem bu kadar verimli hem de bu kadar tehlikeli olduğunu ossaat anlar. Ve umut içine dolar. Sen hiç merak etme der. Geçmeye çalıştığım köprü, her ne kadar çok çok daraldıysa da yine de geçicem. Sen şimdi derin uykuna geri dön. Yüreğini ferah tut. Bir daha ki uyanışın benim değil, buraya gelen yüzleri gülen insanlar sayesinde olacak. Ve bu bilgeliğini umarım onlardan da esirgemezsin.

Hermes tekrar insanların arasına giderken; artık işinin ne kadar zor olduğunu düşünür. Bir tarafta babası durmaktadır. Tüm bu tasarladıklarını kesinlikle anlamamalıdır. Öte tarafta ağaçlar vardır. Eğer başaramazsa farkında olmadan hepsine aşıladığı umut onların ölümüne sebep olacaktır ki bu da yine Zeus tarafından planın anlaşılmasına neden olacaktır. Ve işin asıl zor yanı bütün insanlar mutsuzdur. Öylesine hepsi mutsuzdur ki bir tanesini mutlu edecek olsa, diğer tanrılardan biri onun mutluluğunu hemen gidip Zeus’a anlatacaktır. Yine Zeus haberdar olacak, plan suya düşecek ağaçlar kuruyacaktır. Tüm bunları düşünürken gözleri kararmaya başlar, bir an durur ne olduğunu anlamaya çalışır. Sonra gönlünde umut boşluktan yararlanıp biraz daha büyür ve yüzü güler Hermes’in. Tıpkı çocukluğunda gördüğü insanların yüzündeki gülümsemedir bu. Umut der. Evet insanlara neşeyi, mutluluğu öğretecektir. Fakat bu durum çok tehlikeli olacağından onlara öncelikle umudu öğretmek gerektiğini anlar. Korkmaktadır. İlk kime söyleyeceğini düşünürken insanların arasında dolaşır durur.

Bir gün bir tanesinin ölü gibi duran vücudunun tam yanından geçerken onun sayıklar gibi “karanlık” dediğini işitir. Hermes dönüp ona “perdeyi aralarsan ışık içine dolar" der. Gözleri birden bire açılır. Bu da ne demektir şimdi böyle. Sözün saçma sapanlığından öte taa derinlerde bir şeyi harekete geçirmiştir sanki bu söz. Mutluluk denemez, hayır hayır neşe de denemez. Sanki taa derinlerde neşe sarmıştır yada mutlu olduğu söylenebilir fakat aslında bu sanki diye karmakarışık düşüncelere dalar.

Hermes başarmıştır. Bu ilkti der. Onu hem mutlu ettim, neşeyi öğrettim hem de Zeus bunu görmedi. Zaten dışardan görünemez. Umut der yine, işte bu umut.

O sırada adam ayağa kalkıp perdeyi aralamak ister. Bu karışık duygulardan kurtulmak için. Hoşuna çok da gitmemiştir. Uyumak güzeldi sonuçta. Fakat ne bilsin uykusunun kendi uykusu değil de Zeus’un yaptığı büyü yüzünden olduğunu. Tam açacakken Hermes durdurur onu. Perdenin ucundan ikisi birlikte tutmaktadır. Hermes adama fısıltıyla “umut” der. Adam tekrar donakalmıştır. Bu sözcük de çok ilginçtir. Arkasından Hermes elini perdeden çeker. Adamda perdeyi önce dışarıdan kararsızlıkmış gibi görünen umuduyla açar. Işık içine dolar. Haykırmak, bağırmak çocuklar gibi oynamak ister fakat bu duygu aynı zamanda çok yalındır. İçinde yaşar ve Hermes’e sevgiyle bakar. Hermes’te ilk başarısına. Umut birbirlerinin gözlerinde görünmektedir. Paylaştıkları ortaklıktır. Hermes adama mutluluğu ve neşeyi en yalın haliyle, taa eskilerde tüm insanların sahip olduğu bu duyguları öğretmek ister fakat yapamaz. Adamın yalın mutlulukla atacağı kahkahalar ve edeceği danslar Zeus’a kesin ulaşacaktır. Bu yüzden sözlerini gizli anlamlara bürüyerek söyler. Ona aşk der. Hayal der. Meyal der. Esrar der. Rüya der. Gökyüzü der. Işık der. Vs.vs. umudun üstüne bu karmaşık anlamı içine sığmayan sözcüklerden bahseder. Sonra ona hayal kurmayı öğretir. Hayal kurmayı öğrettikten sonra hayal düşünmeyi öğretir. Sonra da kendi sahip olduğu hayal görmeyi öğretir. Hayal görmeyi tam olarak öğrettikten sonra "şimdi" der ve planından tüm olup bitenleri ona da anlatır. Ve niçin böyle karışık sözcüklerden bahsetmeleri gerektiğini insanların niçin uyuduğunu ve niçin uyanmaları gerektiğini ve ağaçların durumunu anlatır. Gördükleri hayallerin görüntülerini kuma çizer ve ona resim yapmayı öğretir. Resimler sayesinde Zeus’un anlayamayacağı sembolleri yaratırlar. Bunları küçücük küçücük kütüklere işlerler ve der; bundan sonra sözlerle konuştuğumuz kelimeleri, gördüğün hayallerle bu kütüklere çiz, anlat, tasvir et ve elden ele dolaşmalarını sağla. Bu sözcüklerin içeriğini insanoğlu anlayınca neşe ve mutluluk geri gelecek fakat bu kütüklerin içinde yatan her şey sır olmalıdır. Okuyandan başkası görmemelidir.

Adam tüm bu duyduklarına inanamaz. Üzerine aldığı sorumluluk inanılmaz büyüktür ve sahip olunan umut, olasılıkların zorluğuna bakılırsa yerini karanlığa bırakmaya başlar gibi olur. Gözleri kararır. Sendeler tam karanlık diyecekken boşluk sarar ve boşlukta umut yeniden yeşerir. Umut gönlüne dolmuştur ve Hermes”e bakınca birbirlerinin gözlerinde birbirlerini görürler ve "umut" derler. Umut daha da büyür ve dolar gönüllerine.

İşte bunlar çok çok eskiden olur yine. Tüm insanlar uyumakta, tüm tanrılar onların etrafını sarmış, bir açıkları çıkarsa Zeus’a şikayet için beklemektedirler. Oysa hiçbir açıkları çıkmayacak gibidir zaten. Tüm bunlar olurken Zeus’ta tahtında artık gelmeyen şikayetleri beklerken uyuyakalmıştır. Bu uyku karanlığı tüm dünyanın etrafını sarmıştır. Her yere doluşmuştur. Kimse karanlığı, karanlık olduğu için göremez. İlk hayal gören adam kitaplara aşkı, mutluluğu tüm sırları yazmaya çalışır. Elden ele dolaşır. Herkes uykusundan biraz biraz uyanıp bunları öğrenmeye başlar. Öğrendikçe gönüllerine umut dolar. Fakat artık insanın asıl mücadelesi Zeus’la değildir. Karanlıkladır.

Umudun yemyeşil bozkırında mutluluğu keşfeden, tekrar öğrenen insan umudun arkasında yatan tehlikeyi gördüğü anda yüreğindeki boşluk ya tekrar umutla dolar yada yerini karanlığa bırakır.

Zeus’un yarattığı uyku kontrolden çıkmıştır. Efendileşmiştir. Umudun arkasından gelmesi gereken cesaret, uyku sersemliğiyle yerini karanlığa bırakır. İnsanların yüreğine hayatları boyunca umut her düştüğünde mutlu olur. Fakat umut bir kez suya düşünce her yeri saran karanlık insanın yüreğini de sarar. Herkes bir ara uyanır gibi olur fakat sonra tekrar karanlığa gömülür. Bir daha da uyanmaz. Herkes değişik değişik zamanlarda bunu yaşadığından gözlerle paylaşılmaz ve umut büyümez. Umut kendi kendini tekrar yinelemeyince karanlık hep onu kapsar. Zeus küçücük kalmıştır. Ve tahtında hala uyumaktadır. Tahtın geri kalan kısmındaysa karanlık bir boşluk yerleşmiştir. Herkes uyur. Hermes ise hala umut aşılamaya çalışır. Fakat aşıladığı umut her seferinde suya düşer ve düşerken her şeyini alıp götürür. Artık Hermes ve o umuda kapılmış insanlar için umut cezadır. Dünyada kalan son ışıktır. Gezinip durur. Ta ki sönene kadar. O da söndükten sonra hiçbir şey kalmayacağını düşünüyorsunuz değil mi?

Dünyada ki tüm ağaçların bu planlardan, tüm bu olup bitenlerden haberdar olduklarını unutmayın. Bu sırrı bir tek onlar bilirler ve sır doğanın en sessiz bilgelerinde zamanın ve karanlığın sonsuzluğuna rağmen hep varolacaktır. Artık -her şey- onların içinde.


2004 kış


Bu hikaye Yeşil Gazete'de 2008 yılında 3 Kısım halinde yayımlanmıştır.