5 Kasım 2009 Perşembe

RENGİ FARKLI KUYU (Gayya)


İşte bir kuyu!


Ne kuyusudur bu? Herhangi bir kuyu mu? Herhangi bir yerdeki kuyu mu? Ne zaman varolmuş bu kuyu? Bu soruların bir anlamı var mı?..

İşte kuyu karşımda duruyor. Sıradan bir kuyu. Büyük olasılıkla su çekiliyor. Evet şuan bir yerdeyim fakat ne anlamı var burasının neresi olduğunun. Yılı-tarihi-saati biliyorum fakat onlarında ne önemi var. İşte kuyu karşımda duruyor. Tıpkı tüm söylencelerde, hikayelerde olduğu gibi kuyu karşımda duruyor. Bu kadar anlatmış ve şaşırmış olmamın hiçbir anlamı yok. Aslında son derece sıradan bir kuyu. Onu bu kadar büyüten benim. Eskilerde herkesin yakınında neredeyse bir kuyu bulunurmuş fakat biz ömrümüzde kuyu falan görmüyoruz artık. O yüzden belki de bu kadar şaşırıyorum. Bende o söylencelerdeki gibi, hikayelerdeki gibi su çekmek istiyorum.

Gidip çekicem….





Aklımda….


Aklımda su çekmek ve kuyuya bakınca ne göreceğim düşüncesiyle birlikte suyu çektikten sonra alacağım haz bir arada kuyuya yaklaşıyorum.
Aman boşver ne suyu, su her yerde var düşünceleri önemli değil. Ben bunu yaşamak, öğrenmek, görmek, hissetmek istiyorum. En önemlisi merak ediyorum…


Kuyuya bakıyorum…


Karanlık… Alabildiğine karanlık… sorsalar ne renk diye siyah değil karanlık…
Karanlık, zifiri karanlık ama siyah değil. Siyah başka bir şeydir. Arada çok büyük fark var.

Su falan görünmüyor. İnanılmaz geliyor. “Dipsiz kuyu” sözü henüz belirsiz fakat akla hemen geliyor. Dipsiz kuyu ha vay be!… Hadi gidelim. Hayır hayır. Dipsiz olabilir fakat hemen gitmeyelim. Ben ne kadar derin, ne kadar dipsiz öğrenmek istiyorum. Ne kadar dipsiz olabilir; benim kadar mı? Hangimiz daha dipsiziz… Yarışma başlasın!..



Yarışma başlasın!
Düdükler çalınsın!
Müzik başlasın!
Festivaaalll!
Panayııırr!


Hangimiz daha dipsiziz. Kim yargıçlık yapabilir? Kim hangimizin daha dipsiz olduğunu anlayabilir? Kim kararı verecek kadar derinliğimi bilebilir? Bana göre kimse. Öyleyse yanımdakiler, gitmek isteyenler, hepinize söylüyorum. İster gidin, ister kalın fakat hiçbiriniz yargıçlık yapmayın. Ben bu önümde duran kuyuyla yarışmak istiyorum. İhtiyacım olan tek şey bir taş. Taşı ben atıcam. Taşı hem kuyuya atıcam, hem de kendi derinliğime. İstediğiniz kadar gülün eğlenin. Çünkü bu bir yarışma ve emin olun ki yarışan seyredenden daha büyük zevk alıyor. Fakat çekememezliğiniz, hasetiniz başlayacaksa; - defolun gidin!.


Taşı bırakıyorum…


Acaba taşı dümdüz mü bıraksam? Yoksa duvarlarına çarptıra çarptıra mı? Ne fark eder.. ama çarptıra çarptıra atmalıyım böylesi daha eğlenceli.


İşte kuyuyla baş başayım ve taşı bıraktım…


Tak tuk, tak tuk tak tuk tak tuk tak tuk tık tık tık tı tı tı tı t t


Görüntü kesildi, ses kesildi. Görüntü ve ses yavaş yavaş bitmeyerek azalırken, içimdeki taşta aynı hızla ve aynı sesle azalıyor. Ve onu attıkça zevkim kabarıyor. Hem dibe batarken hem yükseğe çıkıyorum. Ama hala tam olarak hissedemiyorum.

Ne kadar da ilginç…
Karanlığa bir taş bıraktım ve o yok olmadan yok oldu. Hey kuyu etrafındakiler! O taş yok mu oldu?... Evet, yok oldu!

Hayır yok olmadı hala hissediyorum, hala biliyorum o taş yok olmadı. Yokluğa doğru hala gidiyor fakat ulaşamıyor. O taş hala kırılmadı. Ama artık onun için nokta diyebiliriz. Karanlığın içindeki nokta. Ne büyük, ne küçük nokta. Nesnenin sisin ardında kaldığı yer. Artık görünmeyen fakat hala var olunan yer. Sisin ardında…. Karanlığın sisi sardı her yanını, ama o hala var… Sis benim içimi de sardı… Sisle gelen duygular… Hiçbir şey görmeden, hiçbir şey duymadan, hiçbir şey fark etmeden bulunulan yer. Şimdi sıra bende. Tam olarak hissedeceğim…


Etrafımdakiler anlatın!


Dur! Bak buradan sadece geçiyorduk ve bu kuyuyu gördük. Yaklaştık ve her şey en fazla yarışmaydı. Şimdi böyle ne oldu? Her şey sadece bir oyundan ibaretti. Şimdi fark ne? Hatırlamıyor musun burası şurası ve zaman şu ve bu kuyu sadece sıradan bir kuyu işte! Şimdi ne oldu? Nasıl olurda atlamayı düşünürsün. Saçmalama. Atlamamalısın çünkü… Atlamamalısın çünkü…. Atlamamalısın çünkü….


Etrafımdakiler dinleyin.


Atlama diyorsunuz fakat o taş hala düşmedi. Bu sadece bir oyundu diyorsunuz fakat unuttuğunuz bu oyunu benim oynadığım… bu bir oyundu bir yarışmaydı sadece diyorsunuz ve yılı, tarihi ve mekanı söyleyerek bana ispat etmeye çalışıyorsunuz. Fakat bilmediğiniz şu;

Bu kuyunun başına gelirken de ben tarihi ve zamanı, yeri ve mekanı önemsemiyordum hala da önemsemiyorum. Fakat sizler bununla birlikte yaşadığınızdan yarışmaydı oyundu diyorsunuz. Sizin zaman ve mekanınızda oyunun sınırları buraya kadardı. Ben şuan o sınırların çok ötesindeyim çünkü o taş hala düşmedi. Siz o taşı yok oldu zannediyorsunuz fakat ben hala varolduğunu biliyorum. Size göre oyun bitti fakat benim için bitmedi ve içimden bir ses şöyle diyor. “oyun daha yeni başlıyor.” Bu ses bu kuyunun yanına gelirken de zamanın mekanın önemi yok diyordu. O zaman bilmişti. Şimdide biliyor mu, bilmiyorum fakat yeni başladığından emin olmasam da, daha devam ettiğini biliyorum.


…ve burayı size şöyle anlatayım.


Burası kaf dağının ardı, şu karşıki dağı görüyor musunuz? işte orası kaf dağı fakat size bir tepe gibi görünüyor. Şuan taa eski zamanlardayız, çok çok öncedeyiz fakat size şimdi gibi görünüyor. Ve bu kuyuya sıradan bir kuyu diyorsunuz fakat bu kuyu, gayya kuyusu! Şimdi ben atlıyorum. Sizde gidip bu olayı nasıl ifade edecekseniz edin. Kafanıza göre yorumlayıp anlatın. Bildiğim en azından birinizin içinde bir uçurum olacağı bu olayın, atladığımda bu hikayenin ve yıllar sonra bu efsanenin.

Bu deli efsanesinin…


Sakın arkamdan gelen olmasın çünkü o taş sizin için yok olduysa, sizde yok olacaksınız! Eğer kaf dağı sizin için sadece bir tepeyse, burası da sıradan bir kuyudur. Ve sıradan kuyuya atlamak intihardır. Sadece bir intihar. Eğer sizler bu kuyunun dibinde ne olduğunu bilmiyorsanız atlamayın. Ben bir şey biliyorum ki atlıyorum.

Hoşçakalın diyemem…
Hadi görüşürüz diyemem…
Kalın sağlıcakla diyemem….. Kalm... (Kalem bitti)


Gerçekten istiyor muyum?

Gerçekten istiyorum. Çünkü biliyorum. Bu bir inanç meselesi değil! Bu bir bilinç ve bu bir istek.

Vay canına! Bu nasıl bir hız. Bu kalp atışıyla bu kalp atışı hızıyla nasılda hızı fark ediyorum etrafıma dokunmak sadece canımı sıkar ve bedenimi acıtır.
Hayır sadece bu hızda ilerlemek ve gittikçe hızlanmak. Daha yüksek kalp atışı, daha açık bilinç, daha yüksek yaşam, daha alçağa iniş ve daha da yükselmek. Her şeyin daha fazlası. Kendimin daha fazlası. İçimdeki taş bile daha düşmedi. Daha yolum çok uzun ve hızım daha da artacak…

Karanlığın içinde bir noktayım. Artık kimsem yok çünkü yok olduğum ilan edildi. Artık yalnızım. Karanlığın içindeki renklerde belirdiğine göre artık savaşma vakti. Kılıcımı çekmeliyim. Mücadelem her şeyle, hiçbir şey eksiksiz. Geleceğimin bilgeliği şimdiden göründü ve bir vahşi gibi saldırıp kopardım onu. Geleceğimin bilgeliğine sorsam yapmamam gerektiğini söyler. Fakat onun bilmediği ben savaşçı olmasam, vahşi olmasam buradan ganimet toplamasam o asla varolmayacak ve madem biride binide bir; buradan sadece bir tüy parçası alsam bana yeter. Biliyorum. Ben bunları nasıl biliyorum. Geleceğimin bilgeliği sayesinde. Tüm bunlar bir arada nasıl olabiliyor. Görev, hedef bu muydu?, şimdi bitti mi yani. İçimdeki taş daha düşmedi…


Uyandım…


Fakat ben uyandım. Yarışmayı ben kazandım. Şu an kuyunun dibindeyim vardım fakat içimdeki taş daha düşmedi. Ben senden daha derinim be gayya kuyusu! Kopardığım küçük gerçekliğim küçük tüyüm neredeymiş? İşte avucumda duruyor. Ama avucum boş…

Ama dolu olduğunu söylüyor geleceğimin bilgeliği… ve cesaretimden dolayı beni öpüyor.

- Sen beni değil gençliğinin cesaretini öpüyorsun fakat tamam tamam bilgeliğine saygı duyuyorum.

- Sana bunları gençliğinin toyluğu söylüyor, haberin yok delikanlı…

- Ben toyluğumu da bilirim senide bilirim fazla kızdırma beni çekerim kılıcımı yaşına aldırmam. Tüm bunların yanında ben şunu da bilirim ki aslolan benim. Sen değil.

- Ben sen aynı değilmiydik, unuttun mu?

- Unutmadım fakat bu aynılık sadece benim elimde. Seni severim o yüzden bir şey demiyorum. Bana söyleyeceğin son bir şey varsa söyle hadi çabuk.

- Benim bildiğim her şeyi zaten sende biliyorsun!


İçimdeki taş işte şimdi düştü.


Ohhooo. Ben şimdiye Amerika’ya gidip gelmiştim yahu…. Saat kaç?



2004 kış