15 Aralık 2009 Salı

Güneş Türküsü


Hadi meleğim doğ artık.


Doğrusu ne ırmaklar aştım,

ne vadiler geçtim,

buraya varabilmek için.

Sırf senin doğuşuna sebep olabilmek için.





Senin doğmana bir sebep aranmıyor muydu?

Herkes sana ve oyunbazlıklarına bir sebep bulmaya çalışmıyor muydu?

Doğ artık güzel meleğim, bak sana sebep oluyorum işte,

yavaştan...



Bak,

beklerken aklıma aştığım yollar geldi.

Ne kahramanlıklar vardı, senin doğmana sebep olanın geçtiği yollarda.

Öyleki hemen ardınca duruyorum işte.
-Senin ardınca.


Hemen oralarda bir yerde.

Yanında değil! Yanında arama.

Ama zıpla, hopla, dans et yavaştan...

ta ki örtündüğün dağların ardından fırlayıp,

beni farkedip,

bana asılı kalıncaya dek.

Ta ki tekrar gidişini en derinden arzulayıp,

gidişinden en çok ızdırap duyuncaya dek.

Seni kendi ellerimle batırıncaya dek.

Bugün benim için doğup batacaksın sen!


Kahramanlıkları dökmeye gerek yok.

Bu en yüce dağ sırtından,

işte sana sesleniyorum, gördün mü beni?

Haha tanıyamadın galiba..


ama kendimi sana tanıtmaya bir günüm var.

işte ışığınla yıkanırken...

benim sözümü dinlediğini

bana itaat ettiğini gördüğüm an.

İşte tam da bu an...



İşte beraber olacağımızın,

sadece senin ve benim olduğumuz,

herşeyin ama herşeyin ötesinde...

İşte tam da burada...


Bu ilk anında günümüzün,

kendimi sana tanıtmama izin ver.

Benim naarin, deriin, teslimiyetinin ilk anında melek olmayı başarmış,

benim ilk meleğim.

...

Üzülme ne değişir ilk olmasan.

Üzülme hadi. Bilmezsin sen ama;

“üzüntünün kendisi bile üzücü değildir.”

Bak ne güzel oldu.

İşte şimdi mükemmelleşmedi mi dünya?



Hadi bin sırtıma benim ilk meleğim.

Daha neler neler yapıcaz bu bir gün boyunca.

Yapılacak ta çok iş var hani.

Ben kafamı çevirsem de başka yana,

sen yine de aydınlat etrafımı. Tamam mı.

Bak senin kadar güzelini görmedim hayatımda..

Tamam tamam. Yarın da beraber olucam seninle.

Zaten ben doğ demezsem doğamazsın ki artık.

Öylece durursun, hemen orada hemen ötede, ardında.

Sahipsiz değilsin artık.

Ama yine de ben doğ demeden doğma. Sakın ha!

Senin bu işlere aklın ermez, güzel meleğim!

Sen beni dinle. Seni doğuranı dinle.

Doğrusu seni bugün ben doğurmadım mı?

Peki beni tanıdığından öncesi? Yok mu?

Hatırlamıyor musun?

Peki hiç aklına daha öncesinin olmadığı gelmedi mi?

Bu bir günümüzün de aslında ilk günümüz olduğu.

Doğruyu söyle hakkaten hiç mi aklına gelmedi?

Ahh benim akılsız meleğim. Gel gel sarıl bana.

Doğrusu daha yeni başladık işte hayata...

...

İşte yine aklına düştü değil mi o şüphe?

O kışkırtıcı sebebi bilinmez şüphe.


Ne yapacaksın benim daha önce neler yaptığımı?

-Sana doğ demeden önce.

Ne kadar anlatsam sana, o kadar büyümez mi o şüphe.

O kadar büyürse batışın olmaz mı hadi söyle!


Tamam dinle.

Sana doğ demeden önce ne yapıyordum diyorsun ya.

Seni özlüyordum işte o zamanlarda.

Senin için mücadeleler veriyordum.

Sana en derin uçurumlarımdan doğ diye emredinceye dek,

özlemimin, umutlarımı istila etmesine,

taa ki

tek özlemimin umudum olduğu,

umudumun ise yine ızdırabım olacağı,

cezam olacağı yerden atacağım “doğ!” çığlığıyla,

“doğ artık!” çığlığıyla yüzyüze geleceğim,

neşeli kıpraşmalarınla aydınlanacağım umuduyla...

işte tam da bu umutla...

Bu lanet olası cezam olacak umudumla...

“Bat artık!”

Bat artık ve ben doğ demeden doğma.

Sana ne benim senden önce ve senden sonra ne yaptığım.

Vadiler, nehirler, ışıksız aşılmaz mı sanırsın?

Sen karanlığı hiç görebildin mi ki? A gerizekalım.

Orada nelerin olanaklı, nelerin olanaksız olduğunu bilebilesin?

Karanlığın renklerini bilir misin?

“Aaa” dersin tabi.

Senin bildiğin bütün renklerin beyazdan, ışıktan yani senden doğduğudur!

Peki tekrar soruyorum a benim meleğim.

Siyah, yani karanlık daha bir renk değil midir, beyaza ve aydınlığa göre?

Siyahtan, Karanlıktan daha güzel renklerin doğması daha akıllıca olan değil midir öyleyse?

Sen sensiz yapamam kibriyle şüphe duyuyorsun ya daha ilk doğduğun andan,

senin batışından sonraki dinginlik gibisinin,

senin batışından sonraki sonsuzluk gibisinin,

öyleki güneş doğuracak kadar sonsuz oluşumun,

sonsuz oluşumun kibriyle seni doğuracağımın andını içtiğim o rengarenk cehennemin,

sonsuz yalnızlığında,

işte burada...

ah duyabilir misin beni?

Zaten duyma!

...

İşte yine sarıyor her yanımı...

Bugün acaba bir ilk olabilir mi?

Bugün acaba işte o ilk gün olabilir mi?

Bugün...


Birazdan, evet biraz daha ötedeki an, başlangıcın başı olabilir mi?


Hemen ötede olan en başı olabilir mi?


Şuan değil mi işte, herşeyi başlatacağım,

kendi seçimimle başlatacağım.


Doğ dediğim an doğacak olan,

ben doğ dediğim için doğacak olan,

işte bu lanet olası umut değil mi işte,

hani yine cezam olacak olan!


 
Amaan canım, zaten ne zaman doğ desem doğacak.

Öyleyse raks etmek gerek, karanlığın renklerinin içinde...

Doğrusu soruyor ya bu salak melek napıyorsun diye,

benden önce ve benden sonra..

Birincisi sana ne ulan ne yaptığımdan ne ettiğimden,

ikincisi raks ediyorum işte önünce ve ardınca...

Ahahah

İşte bu herşeyin yok sayıldığı kalabalıkta raks ediyorum işte.


Hem başsız ve sonsuz.

Hem önünce ve ardınca.


Doğ artık!

Tanıdın mı beni?

Tanımadın mı, bir gün, bir günlüğüne sana kendimi tanıtacağım.

Bat artık!



Hahahahah

Doğrusu en çok ta, var edeceklerime rüyalar gördürmeyi severim.


Rüyalarını yaşadıklarını farkedip,


buna inanamadan gözümün içine dalıp kalanları severim.

İşte orada görürler benim derinliğimi ve işte orada teslim olurlar bana.

Ve işte orada tüm geçmişleri bir rüya olur.

Ve işte o rüyadan doğar benim ızdırabım da...


Ve işte o rüya!

O rüyanın kendisi değilmiydi onun tüm geçmişi


Ve işte o geçmiş.

O geçmiş değil miydi benim şu anım.


Şimdi durduğum yer değil mi, onun geçmişi.

Madem o da şu an var, nerede bulurum onu?


-Doğ desem yeterli,

yalnızca doğ desem doğacak!


Hahahahaha

İnanamıyorum doğ desem doğacak!

Doğ desem doğacak!


Bugün, bu bir gün, bir sonsuzluk olabilir.

Tüm ızdırabım son bulabilir.

Bu gerçekten de olabilir.


Doğ artık!


Haadi, duymadın mı beni doğsana..

Hadi meleğim dayanamıyorum.

Ben doğ der demez doğmayacakmıydın!



Ha şöyle..

İşte en çok ta burayı seviyorum.

Izdırabımın umuduma karıştığı,

aydınlığın gölgesinin, karanlığın renklerine karıştığı,

bu alacakaranlıkta sana şiirler dizmek istiyorum.


İşte tam da bu güzelliğindi, unutmuş olduğum dün gece.


İşte tam da henüz tam olarak uyanmamışken,

işte tam da karanlık üzerine örtü olmuş,

güzelliğine esrar kattığı,

seni tanıdığım,

gelişine uzandığım,

tam bu dağ sırtında,

sana türküler söylemek istiyorum.



Kuşluk vakti başlasın..

güneşim, gözlerini kuş cıvıltılarıyla açsın.



Hadi meleğim doğ artık.

Ahh doğ dedikçe içim parçalanıyor.

Izdırabım yükseliyor.

Umudum daha da yükseliyor.


Yavaş yavaş doğ emi?

Çünkü bu an hiç bitmesin.


İşte tam bu an da hiç bitmesin.

İşte yaratıyorum işte...

İşte bu an da hiç bitmesin.


Geldin mi meleğim!

Günaydın!


Duydun mu sana kim doğ! dedi.

Bendim o tanıyamadın galiba.

Hani bir sebep arıyordun ya,

sebebin oldum işte doğdun bana...




2006 yaz