Bu hikaye çok eskiye dayanır. Hem de çok eskiye.
O zamanlar insanlar vardı yeryüzünde. Ve meyveler vardı. Ve meyvelerin içinde her şey vardı. Her şey zaten her şeyin içinde de vardı. Her şey, her şeyin içinde olduğu gibi; her şey insanın içinde de vardı. “Ee madem her şeyin içinde her şey vardı, diğerlerine ne gerek vardı” diyeceksiniz. İşte dünyanın sırrı o zamanlar böyleydi. Öylesine bereketliydiki, her şeyden fazlası bile fazla değildi. Yine de azdı. İşte meyveler bunun için vardı. Fazlalığın fazlasıydı meyveler. Öylesine renkliydiler ki bir tanesinin içinde bütün renkler vardı.
O zamanlar bir renge baktığınızda bütün renkleri görürdünüz. Öylesine lezzetliydiler ki bir tanesini yediğinizde ömrünüze ömür katardınız.
O zamanlar insanlar; şimdiki bizler gibi ölümü dört gözle beklemezlerdi. Kıskanırlardı tanrıları, hiç ölmek istemezlerdi. Daha fazla yaşamak için daha fazla meyve yerlerdi. Yerken öylesine mutlu olurlardı ki bir tek gülüşlerinde yine her şey yatardı. Bir gün ölecek olmaları onların en büyük mutluluklarıydı adeta. Her anı daha değerli bulup, daha çok gülmek için daha çok meyve yerlerdi. Hakikaten de tanrıların onlara biçtikleri bir ömür vardı, onlarda zaten günleri gelince ölürlerdi.